Erzin / Hatay
Ne güzel söylemiş üstat Necip Fazıl “Ölüm ne güzel şey, odur perde arkasından haber, hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber ”Evet değerli dostlar, ölüm kelimesinin hepimiz için çok soğuk bir kelime olduğu aşikârdır. Ama unutmayalım ki, eğer olaylara yanlış yerden bakıyorsak, her zaman doğruları görmemiz mümkün olmayacaktır. Bu, ölüm hadisesinde de böyledir. Hiç şüphe yok ki, ölüm bizler için üzücü bir olay olduğu kadar, kaçınılmaz bir olaydır da aynı zamanda. Zira Rabbimiz yüce kitabımız Kur’an-Keriminde şöyle buyurmuştur “Her canlı ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz”(Ankebut suresi ayet 57). Evet, ölüm hadisesi aslında Rabbimizin bu ayetinin tecellisinden başka bir şey değildir. Buradan ölümlü bir kul olarak şunu da anlamamız gerekmektedir. Demek ki, er ya da geç, döneceğimiz ve sığınacağımız tek kapımız vardır. O da Allah’ın kapısıdır. Ve bu dönüş, geride bıraktıklarımız için ne kadar acıda olsa, bizim için kaçınılmaz son, bir gün gerçekleşecektir. Gün ve saat ise rabbimizin katındadır ve gizlidir. Vakti geldikten sonra ise, bunu yüce Allah’ın dışında hiçbir güç ne bir saniye ileri götürebilir, ne de bir saniye geri çekebilir. Bunun böyle olacağını ise, yüce Rabbimiz ayeti ile şöyle haber vermiştir: “Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.”(Araf suresi 34.Ayet) Burada haklı olarak aklımıza şöyle bir soru gelebilir “O zaman tıbbın görevi nedir? ”Hiç bir tıbbi müdahale, insan ömrünü uzatamaz. Tıp ilminin bu konuda yapabileceği şey ise, insana, Allah tarafından takdir edilmiş olan ömrü, kaliteli bir biçimde tamamlamasına yardımcı olmaktır. Atalarımız ne güzel söylemişler “Ecel gelmiş cihana, baş ağrısı bahane ”Evet, ölüm gerçeğine doğru yerden bakabilenler, doğruyu görebilmişlerdir. Mesela, Necip Fazıl ölümü güzel olarak addederken, büyük mutasavvıf Mevlana ise, ölüm gününe “şeb-i aruz” yani sevgiliye kavuşma günü demiştir. Ona göre, âşığın maşukuna kavuşma günüdür ölüm. İşte bizlerde, Müslümanlar olarak, Müslüman kardeşlerimizin üzerimizdeki haklarından olan, öldüklerinde cenazelerine katılma görevimizi ifa etmek üzere, sevgilisine kavuşan bu kardeşlerimizi, hayırla yâd etmek ve yakınlarına taziyede bulunmak üzere, cenaze merasimlerine gittiğimizde, insanların ekseriyetle biri birlerine şu soruyu sorduklarına şahit olmuşuzdur. Neden öldü? Bu sorunun cevabı çok yalındır aslında. Eceli geldiği için. Vesselam eceli gelen, bir şekilde, emaneti sahibine teslim ediyor. Burada asıl sorulması gereken soru ise neden öldü değil de, nasıl öldü sorusudur. Zira Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde “Nasıl ölürseniz, öyle dirilirsiniz(Haşrolursunuz )”Diye buyurmuştur. Buraya kadar yazdıklarımızdan sonra, muhakkak aklımıza şöyle bir soru daha gelecektir. Peki, Allah hayatı ve ölümü niçin yarattı? Bu soruya da, Rabbimizin ayeti ile cevap bulalım isterseniz “O, hanginizin daha güzel ameller(İşler)yapacağını sınamak için, ölümü ve hayatı yaratandır.”(Mülk suresi 2.Ayet)Hani her fırsatta onu çok sevdiğimizi söylüyoruz ya, işte rabbimizde, bizim bu sevgimizi test etmek istiyor. Bakalım bu sevgi ne kadar gerçek? Bu sözü, dilimiz mi? Yoksa Allah, Allah diye atması gereken yüreğimiz mi söylüyor? Onu çok sevdiğimizi söylediğimizde, bu sevgi dilimizden yüreğimize oradan da hayatımıza ne kadar yansıyor. Bu sevgi onun yolunda, gözümüze fer, dilimize ferman, dizimize derman, bileğimize güç olarak yansıyor mu? Daha iyi anlaşılması için şöyle soralım: Bu sevginin karşılığı bizde nedir? Sevdiğimizi söylediğimiz rabbimizin sevgisine ne kadar değer veriyoruz? Hani derler ya, her sevgi emek ister. O vakit bizler, Rabbimize karşı duyduğumuz bu sevgiye ne kadar emek veriyoruz? Sevgi bazen emek kadar, bedel de ister. Onu çok sevdiğimizi söyleyen bizler, gerektiğinde ona karşı olan bu sevgimizin bedelini ödeyebiliyor muyuz? Eğer Rabbimize olan sevgimizi kayıtsız ve şartsız olarak dünyadaki hiçbir şeyle değişmiyor, hatta uğrunda ölmeyi göze alabiliyorsak, işte bu gerçek bir sevgidir. Onu gerçek bir sevgiyle severek ölürsek de, hiç şüpheniz olmasın, hesap gününe kabirlerimizden, onun sevgisiyle uyanacağın. Durup bir düşünelim. Hiçbir malın, servetin, masanın, kasanın, makamın, rütbenin, çoluk çocuğun bir fayda vermeyeceği ve babanın oğuldan, annenin çocuğundan kaçacağı o günde, Allah’ın sevgisiyle uyanmak ne güzel. Orada Allah yetecektir bizlere. Dünya hayatımızdaki Allah sevgimizi ötelerin ötesine taşıyabilmişsek, rahmeti geniş olan Rabbimiz günahlarımızı affedecek ve bizlere rahmeti ile muamele edecektir. Ne demişler? Allah’ın var neyin yok, Allah’ın yok neyin var? Öyleyse, bu geçici dünyadaki asıl görevimiz, sevgilinin sevgisine laik bir kul olabilmek, onun isteği doğrultusunda, misafir mesabesinde kalacağımız bu dünya hayatı sonunda, onun huzuruna varacağımızı unutmadan, sevgiliye mahcup olmayacak güzel ameller işlemek olmalıdır. Bu yazıyı kaleme almama vesile olan ve kısa zaman önce aramızdan ayrılarak, sevgilisine kavuşan Erzin’in sesi gazetesi sahibi Erhan Kalleci abimizi ve tüm geçmişlerimizi rahmet ve hasretle anıyoruz. Elbette onları unutmamızın mümkün olmayacaktır. Ancak biliyorum ki, bu bizler için ne kadar zorda olsa, yokluklarına alışmaya çalışacağız. Bizler, yani geride kalanlar, onlar için hayırlı ameller yaparak, onların Rabbimiz katındaki amel defterlerinin açık kalmasını sağlayacak ve inşallah kabirlerinin, Cennet bahçelerinden bir bahçe olması yönünde, yaşarken yapmış oldukları, hayırlı amellerine katkı yapmaya devam edeceğiz. Eğer ataların deyimi ile ölüm hak miras helalse ki öyledir. Rabbim tüm Müslüman kardeşlerimizin, en sevgilinin sevgisini kazanmış olarak, sevgiliye kavuşmasını, miraslarının ise, Cennette altından ırmaklar akan köşkler olması temennisi ile tüm kardeşlerimizi en emine, Allah’a emanet ediyorum.