Erzin / Hatay
İnsanlık içine düştüğü cahiliye çukurundan kendilerini çekip çıkaracak, insanı, insana kulluktan kurtarıp, yalnız yaratanına kul olmasını sağlayacak, böylece adaleti değil de, gücü önceleyenlerin zulmüne son verecek olan ve adı övülmüş olan peygamberi bekliyordu. Nihayet beklenen gün gelmiş ve Rebiulevvel ayının 12. gecesi insanlığı karanlıklardan aydınlığa, zulümaattan nura çıkaracak olan doğum gerçekleşmiş, Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa(SAV)dünyayı şereflendirmişti. Onun, yani Âlemlere rahmet olarak gönderilen(Enbiya suresi 107.Ayet)ve aynı zamanda hatemül enbiya olan(İnsanlığa gönderilen son Peygamber),ümmeti olmaktan onur duyduğumuz, şeref bulduğumuz sevgili Peygamberimizin doğumunun 1442.Seneyi devriyesini kutluyor, hayırlara vesile olmasını Rabbimizden niyaz ediyorum. Elbette onu anlatmaya ne kelimeler kifayet eder, nede bizim gücümüz yeter. Ancak, madem onun ümmeti olduğumuzu, onun önder ve öğretmenimiz olduğunu söylüyoruz, o zaman onu elimizden geldiğince tanımamız, o nasıl yaşamışsa yaşantımızı ona göre dizayn edip, ona göre şekillendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu çok mu zor? İmkânsız mı? Tabii ki hayır. Unutmayalım ki oda bir insandı. Öyle ya, eğer bizlere örnek olacaksa, onunda bir insan olması gerekiyordu. Değilse onu nasıl örnek alıp, nasıl taklit edebilecektik? Evet oda bir kul, bir fani idi. Bizlere örneklik teşkil etmiş, nihayetinde de vakti saati gelince, Dünya hayatı son bulmuş, her canlı gibi ona döndürülmüştü. Ama o nasıl bir kuldu? Ona, “okurken beni ihtiyarlattı” dediği Yüce kitabımızın 11 suresi olan Hud suresi 111.Ayetinden bakmak istiyorum. Ne buyuruyor ayet “Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenlerde dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçüsünü aşmayın. Şüphesiz o yaptıklarınızı hakkıyla görür” Evet, o dosdoğru idi ve “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” diye buyuran rahmet ve merhamet Peygamberi idi. Ne yazık ki böylesine kutlu bir Peygambere, Mekke müşrikleri kâhin, sihirbaz, deli, şair, dediler. Onu insanların gözünden düşürebilmek için akla hayale gelmedik şeyler yapmaktan çekinmediler, hakkında demedikleri hiçbir şey kalmamıştı. Ama ona asla, ne nübüvvetten önce nede sonrasında yalancı diyemediler. Çünkü o,daha Peygamberlik görevi kendisine verilmeden önce bile, insanlar arasında emin biliniyor, herkes ona el-Emin diyordu. Pekiyi bunu Allah resulüne yapmalarındaki amaçları neydi? Öyle ya emin bildikleri ve emin dedikleri, hatta kendi nefislerinden daha iyi tanıdıkları, insanların sadece mutluluğunu isteyen, bunu yaparken de kimseden bir ücret ya da karşılık talep etmeyen(Furkan Suresi 57.Ayet) Allah’ın Peygamberinden ne istiyorlardı? Elbette bütün bunları yapmalarındaki asıl amaçları, onun Allah’tan aldığı ve insanlığı içine düştüğü çirkeften çekip alacak ve kula kulluktan kurtaracak olan mesajının insanlara ulaşmaması içindi. Bunu başarma adına ellerinden ne geliyorsa yaptılar, ama başaramadılar. Çünkü onun yardımcısı Rabbi idi. Bizim böyle kifayetsiz bir yazı ile onu tarif ve tasvir etmemiz elbette mümkün olmayacaktır. Öyleyse onun Ümmeti olarak bizlere düşen görev, Onu iyi tanımak, onun getirmiş olduğu Kuran mesajını hayatımıza hâkim kılma noktasında gereken azami Hassasiyeti gösterip, şartlar ne olursa olsun, hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan bu yolda mücadele etmektir. Her Müslüman’ın bulunduğu mekâna Nurdağı gözüyle bakması, kalbinin ise, Kuran ayetlerinin nazil olduğu bir Hira olması dileklerimle, esen kalın, Allah’a emanet olun. Kozaklı-25.01.2013